Aşırı sağ, Barış Adası’nda: “İzlanda Kalkanları”
Geçtiğimiz ay Reykjavik’in serin gecelerinden birinde, üniformayı andıran kendilerine özgü kıyafetleriyle beliren bir grup, başkentin sokaklarında “devriye gezerek” ülke gündemine oturdu. Kendilerini “Skjöldur Íslands”, yani “İzlanda’nın Kalkanı” olarak adlandıran bu grubun amacı netti: “İzlanda kültürünü ve geleneklerini korumak.” Ancak bu “koruma” kalkanının kimi ve neyi hedef aldığı başından beri açıktı.
Üstelik bu, İzlanda’nın tanık olduğu ilk benzer oluşum da değil. 2016-2017 yıllarında aktif olan “Odin’in Askerleri” (Hermenn Óðins) de Finlandiya ve Norveç’te yükselen göçmen karşıtı dalganın bir yansıması olarak ortaya çıkmış, ancak toplumsal destek bulamadan sönümlenmişti. İki grup arasındaki en temel fark ise Odin’in Askerleri’nin anonim kalmayı tercih etmesine karşın, İzlanda’nın Kalkanı üyelerinin kimliklerini ilk günden itibaren açıkça ortaya koymasıydı.
Peki, bu tür yapıların dünyanın en barışçıl ülkelerinden birinde yeniden ortaya çıkmasının ardında ne yatıyor? İzlanda’nın Kalkanı grubuna göre cevabın anahtarı, İzlanda İstatistik Kurumu’nun son verilerinde gizli. Yaklaşık 410 binlik ülke nüfusunun yüzde 20’sinden fazlasını, yani 80 bini aşkın kişiyi göçmen kökenliler oluşturuyor. Başka bir deyişle, adadaki her beş kişiden biri bu topraklarda doğmadı. Toplumsal kodlarını güven, eşitlik ve doğayla bütünlük gibi değerler üzerine inşa etmiş, dünyadan nispeten izole bir ülke için bu, oldukça sarsıcı bir demografik dönüşüm anlamına geliyor. Bu yeni nüfus denkleminin en görünür aktörleri ise 20 bini aşan sayıyla Polonyalılar, Rusya-Ukrayna savaşıyla ülkeye gelen Ukraynalı sığınmacılar ve İzlanda siyasetinde hassas bir yer tutan Filistinliler. Bu grupların artan varlığı, ülkedeki toplumsal tartışmaların da merkezine oturmuş durumda.
Mülteci maliyetleri ve gerilimin kaynağı
Grubun en güçlü tezleri arasında, sosyal devlet kaynaklarının sığınmacılara sonuna kadar açılması ve İzlandalıların bu kaynaklardan mahrum kalmak zorunda olduğu iddiaları yer alıyor. Bu iddialar, özellikle 2022 yılında Ukrayna’daki savaş nedeniyle artan sığınmacı akınıyla birlikte tavan yapmıştı. O dönemde, İzlanda’nın sığınmacılara yönelik toplam harcamalarının yıllık 26 milyar İzlanda kronu (yaklaşık 180 milyon dolar) civarında olduğu tahmin ediliyordu. Ancak bu rakamın 2025 yılı için yaklaşık 6 milyar ISK’ya (yaklaşık 44 milyon ABD doları) gerilediği belirtiliyor. Bu gerilemenin altında yatan sebebin ise son dönemde hükümetin uyguladığı göçmen politikası değişikliği ve Venezuelalıların başvurularının hemen onaylanması mekanizmasının iptali gibi sebepler sıralanabilir.
İzlanda’nın Kalkanı grubu tarafından kamuoyunda dile getirilen “çocuklarımızın İzlanda’da eskisi gibi güvenle dolaşamıyor” söylemleri, özellikle Müslüman sığınmacıların şehirde daha görünür hale gelmesiyle ilişkilendiriliyor. Bu söylemlerin toplumsal karşılık bulmasının en önemli sebeplerine, bazı göçmenlerin karıştığı iddia edilen olaylar gösteriliyor. Şehirde kaçak taksicilerin yaptığı dolandırıcılık ve taciz iddiaları, sosyal medyada bu konuyu gündemde ve sıcak tutuyor. “Taksi Avcısı” (Taxý Hunter) adlı Facebook sayfası, bu tür usulsüzlükleri video kaydına alıp paylaşıyor ve bu videoların altındaki yorumlarda, taksicilik yapan Müslüman göçmenlerin sebep olduğu iddia edilen dolandırıcılık ve taciz vakalarına yönelik yapılan sert eleştiriler dikkat çekiyor. Grubun söylemlerinde, toplumsal gerilimin kaynağı olarak ülke tarihi ve yaşam kültürü ile zıtlaşan ve adapte olmayı reddeden çoğunluğu Müslüman sığınmacılar hedef ve sebep gösteriliyor.
Tehditler, şiddet ve tartışmalı semboller…
“İzlanda Kalkanları”nın yaratılan bu denkleme tepkisi ise sert bir şekilde söylemlerine yansıdı. Sosyal medyadaki takipçi sayıları şimdilik iki binin altında olsa da etki alanları bu rakamın oldukça ötesine geçmiş durumda. Tartışmalar sonucu değişen tasarımlara sahip tişörtleri anında tükeniyor, kullandıkları semboller derin ve tarihsel anlamlar taşıyor.
Grubun ilk amblemindeki haç sembolünün, 12. yüzyıldaki Tapınak Şövalyeleri’ne ait olması, ideolojik duruşlarına dair ilk ipuçlarını vermişti. Ancak İzlanda basınında daha da endişe verici olarak dile getirilen, amblemlerindeki demir haçın, 77 kişiyi öldüren terörist ve neonazi Anders Behring Breivik‘in manifestosunun kapağında da yer almasıydı. Öte yandan bazı grup üyelerinin daha önce şiddet suçlarından hapis cezası aldığı da ortaya çıktı. Bu da grubun eleştirilen bir başka yönü.
Grubun “ırkçılıktan, Nazizmden ve milliyetçilikten uzak durdukları” yönündeki açıklamaları, ülkenin saygın İngilizce yayınlarından Reykjavik Grapevine’ın yazarı Valur Gunnarsson‘un şu cümlesiyle farklı bir gerçekliğe dönüşüyor:
“İlk gördüğünüzde Naziler de oldukça komiktir, ta ki onları tekrar tekrar görene kadar.”
Bu cümle, Kalkanlar’ın yükselişini endişeyle izleyen ve belki de İzlanda’nın kapsayıcı ruhunun bu sınavı da atlatacağına inanan kesimin ortak korkusunu yansıtıyor.
Parlamento eylemi ve rakamların toplamı
16 Ağustos günü, İzlanda Parlamentosu (Alþingi) önünde toplanan, çoğunluğu gençlerden oluşan 300-400 kişilik kalabalık, İzlanda standartları için oldukça dikkat çekiciydi. Grubun düzenlediği bu ilk büyük eylemde konuşmacıların söyledikleri, Avrupa’nın dört bir yanındaki aşırı sağcı söylemlerden farksızdı:
“Uluslararası koruma arayanlar toplumumuzu, altyapımızı ve kültürümüzü tahrip ediyor. Özellikle Müslümanlar, yerleştikleri her ülkede ulusların kültürlerine meydan okuyup tarihlerini karalıyor ve bunu bir savaşa dönüştürüyor.”
Bu sözlerin kalabalıktan yoğun alkış alması ise dikkatlerden kaçmıyordu.
Eylem alanında dikkat çeken en önemli detay, katılımcıların ideolojik çeşitliliğiydi. Bir yanda Trump’ın “MAGA” şapkalarını taşıyan eylemciler yer alırken, diğer yanda Filistin mücadelesinin sembolü olan kefiye takan bireyler de vardı. Bu durum, İzlanda’nın sahip olduğu sarsılmaz demokrasinin ve ifade özgürlüğünün canlı bir göstergesi. Ülkenin, en hassas konularda dahi farklı görüşlere sahip bireylerin bir araya gelerek seslerini duyurabilmesine olanak tanıması, İzlanda toplumunun temel değerlerinin ne kadar sağlam olduğunu bir kez daha kanıtlıyor. Az sayıda da olsa bu tür protestoların gerçekleşebilmesi, İzlanda’nın barışçıl ve kapsayıcı geçmişinden aldığı gücü bugün hâlâ koruduğunun en net göstergesi. Ek olarak; uzun zamandır İzlanda’da yaşayan göçmenlerle yaptığım görüşmelerde ise bu hareketin toplumun geneline yayılacağına olan inancın oldukça zayıf olduğu gözlemlediğimi de eklemeliyim.
Peki, bu öfkeyi besleyen veriler gerçekten ne söylüyordu? İzlanda Göçmenlik Ofisi’nin son raporları, bu söylemlerle taban tabana zıt bir tablo çiziyor. Ülkeye yapılan sığınma başvuruları son iki yılda yarıdan fazla azalarak 4 bin 168’den bin 944’e gerilemişti. 2024’ün ilk yarısında yapılan 629 başvurudan ise sadece 87’sine uluslararası koruma statüsü verildi. Başvuranların çoğunluğunu savaş mağduru Ukraynalılar ile Filistinli ve Venezuelalılar oluşturuyordu.
Rakamların gösterdiği gerçeklik ile sokakta dile getirilen “algılanan tehdit” arasındaki bu derin uçurum, İzlanda’nın sadece bir göçmen kriziyle değil, aynı zamanda bir “anlam kriziyle” de karşı karşıya olduğunu gösteriyor. Bu durum, İzlanda’nın artık eski masalını terk edip, tüm dünyanın yüzleştiği gerçekliklerle kendi topraklarında karşı karşıya kaldığının da bir kanıtı.
Şimdilik küçük ama dikkat çekici bir hareketin belki de ilk tohumları atılıyor bugün Reykjavik sokaklarında.